Wednesday, November 16, 2016


1. Boğaziçi Köprüsü ilk gün zarfı



Saffettin Sile Prens Philip'le birlikte



Bu mektup arkasından da  sunumlarından 
ve kendisini ağırlamasından memnun olan Duke of Edinburg Prens Philip
Saffettin Sile'ye Sir ünvanını vermiştir.



Yapıldığı zaman, Amerika dışında dünyanın en büyük asma köprüsü olması nedeni ile 
Dünya Liderlerinin de ilgisini çekmekte ve ziyarete gelenlere de, tanıtım 
çoğunlukla konu hakkında en bilgili şahıs olan 
17. Bölge Müdürü Saffettin Sile tarafından yapılmaktaydı. 
Yukarıdaki fotoğrafta Podgorny (Sovyetler Birliği Devlet Başkanı) ile birlikte
aşağıdaki fotoğrafta ise Podgorny'nin de aralarında olduğu bir heyete brifing verirken...






Boğaz Köprüsü açılışı akşamı tertiplenen resepsiyonda 
Nihal Erem (Sile), Saffettin Sile ve zamanın Karayolları genel Müdürü 
Atalay Coşkunoğlu ile eşi misafirleri karşılıyorlar.


 Nihal Erem'in yazısında bahsettiği gibi
emeği geçenlerin eşleri olan hanımlar çok şık, çağdaş ve zevkli giysileri, uygar davranışları ve kültürleriyle, Cumhuriyet Kadını’nın simgesi olmuş, yabancı konuklardan övgü almışlardı.

İSTANBUL’DA TÖRENLER


İstanbul’un fethinin 500’üncü yılı ve Cumhuriyetimiz’in 50’inci yılında ‘Boğaz Köprüsü’nün açılışı kutlamaları...

29 Mayıs 1453...Unutulmayacak özel ve önemli bir tarih.
Evet, 1453’den 1953’e...
Fetihten beri tam 500 yıl geçmişti...
Beş yüzyıl! O günü anımsıyorum.

Kişisel hayatımıza göre ne kadar uzun bir zaman. Ben, kardeşim ve kuzenlerim de artık eski çocuklar değildik. Yirmi yaşlarını aşmış gençlerdik. İşte yine Beyazıt Meydanı. Hepimiz oradayız. Fetih bayramını kutlayacağız. Her yaştan insan alanı doldurmuş. O dönemde televizyon, cep telefonu, internet yok. Radyo haberleri, programları dinleniyor.

Gazeteler ve ağızlarda dolaşan sözlü ajanslar,
‘Bu özel gün için’ yapılacak törenleri ve gösterileri yayınlıyorlar.

Gece şenlikleri olacakmış!
Herkes heyecanlı. Sabırsızlıkla havanın kararması bekleniyor.

Meydanı bir uğultu sarmış. İlk patlama!

Nefesler kesiliyor. Bütün başlar gökyünüze çevriliyor.

Renkli, parlak yıldız yağmuru başlıyor...

Bazıları kümeler gibi. Aralarında birleşip, mehtap oluşturuyor. Kimileri füze gibi keskin bir sesle fezaya fırlıyor, orada açılıyor. Rengarenk ışıklar serpiliyor. Bir renk cümbüşü gözleri kamaştırıyor. Hayranlık çığlıkları alanı inletiyor. Herkes bu rüya aleminin etkisiyle büyülenmiş!

İstanbul semaları böyle bir şölene ilk defa tanık oluyor.

Fethin 500’üncü yılını kalplerde minnet ve coşku ile kutladığımız o günden beri
tam 63 sene geçti. 15 Kasım 2016’ya ulaştım. 91’inci yaşıma girdim.
Pek çok dinsel ve ulusal bayram yaşadım. Fakat, fethin 500’üncü, Cumhuriyetimiz’in 10’uncu ve 50’inci yıl kutlamaları belleklerde ayrı yer aldı.

İstanbul 29 Ekim 1973’de
“Boğaz – içi Köprüsü” nün açışılı ile Asya’nın Avrupa’yla birleşmesine sahne oldu.

Asırlarca var olan imparatorluklara başkentlik yapmış bu ünlü , tarihi şehir,
her zaman gündemdeydi. Gelişmiş, nüfusu artmış, iş hacmi çoğalmıştı. İki yakayı birleştirecek asma köprü yapma gereksinimi doğmuştu. Araştırmalar, etütler sonunda “İstanbul Çevre Yolları ve Boğaziçi Köprüsü” projesi ortaya çıktı. Bütün dünyanın ilgi odağı olan çalışmalar başladı.

Bu hizmetleri yürütmek için, Karayolları Teşkilatı’nda “17. Bölge Müdürlüğü “ kuruldu. 17’ci Bölge Müdürü Ö. Saffettin Sile eşimdi.

İngilizler, Japonlar da proje ortaklarıydılar. İnşaata başlandı. Özverili, gayretli çalışmalar sırasında, Prens Philip ve Podgorni gibi birçok yabancı devlet büyükleri, başkanları, yöneticileri, teknik elemanları İstanbul’a gelerek köprü inşaatını gördüler. Bu faaliyet mühendislik ve ekonomik yönden gerektiği gibi disiplinle tamamlandı.

Açılış töreni için, Cumhuriyetimizin 50’inci kuruluş günü olan 29 Ekim 1973 tarihi saptanmıştı. Tören Anadolu yakasından başlayacak, açılışı
Sayın Cumhurbaşkanımız Fahri Korutürk yapacaktı.

Hazırlıklar yapılmış, her yer donatılmıştı. Günlerdir beklenen bir heyecan sona ermek üzereydi. Asya ile Avrupa birleşiyordu. Çoşku büyüktü. İstanbul halkı tepelerden, yamaçlardan, yollardan seller gibi köprüye akıyordu. Güvenlik birimlerinin koruduğu bariyerler ardında biriken insanlar “Köprü”ye ilk girenlerden olmak için sabırsızlanıyorlardı. Konuşmalar bitmiş, kurdele kesilmiş, heyet yürürken marşlar çalınıyordu. Bariyerlerin kaldırımasıyla bir uğultu koptu. Herkes koşuyordu! Köprünün üstüne yığılmış, marşa uyumlu ritmik bir tempoyla yürüyüşe geçmişlerdi.

Eşim Saffettin Sile sararmış bir yüzle yanımdan ayrıldı. Marş sesleri sustu.

Ne oluyordu? Arkama baktım. Eşim yüksek bir yere çıkmış, elinde megafon
“halk”a hitap ediyordu!..

Amacı; marşlara eşlik ederek tempolu yürüyenlerin, aynı anda basılan adaımları köprüde mühendislik açısından tehlikeli titreşimler yaratığı için için bir an once yürüyen kafileyi durdurmakmış. Korkulu bir rüyada gibiydim.

Birisi elimden tutup çekti. İnişli çıkışlı, taşlı, dikenli bir yamaçtan bilmediğim bir yere götürülüyordum. Algılama yeteneğimi kaybetmiş halde bir binaya girdim. Kalabalık fakat sessizdi. Endişeli bakışlara anlam veremiyordum. Bilinçsiz geçen zaman ne kadardı? Birden eşimi gördüm! Kıpkırmızı olmuş yüzüne çivilenmiş yoğun ifade, korku ve heyecanı mıydı? Yoksa başarmanın mutluluğu muydu?

Belki de bu karşıt hisler benim zihnimden ona yansıttığım kendi yaşadıklarımdı. Çözmeye çabaladığım sırada, bütün mühendis arkadaşları etrafını kuşattılar... Meraktaydılar.

Sonra bedenimdeki kasıntıdan kurtuldum ve yüreğimdeki huzurla eve döndüm. Anıtsal bir eser asırlarca ulusa ve bütün insanlara hizmet edecekti.

Ama daha gün bitmemişti. Gece, ‘Boğaziçi Köprüsü’nün açılışı şerefine verilecek resepsiyon vardı. Telaş olmasın diye eşimin smokinini ve benim o gece giyeceğim siyah abiye giysimi hazır etmiştim. Vakit gelince giyindik. Uzun siyah elbisemin mavi renkli saten kumaştan yapılmış verev ve uzun kemerinin üzerine, aynı maviden, açık, koyu tonlu çiçeği iliştirdim. Artık hazırdık.

Bu mutlu Cumhuriyet Bayramı’mızın iki Anakara’yı da birleştirmeğe vesile olması sevincimizi ikiye katlıyordu. Düzenlenen seremonide bütün emeği geçenlerin eşleri olan hanımlar çok şık, çağdaş ve zevkli giysileri, uygar davranışları ve kültürleriyle, Cumhuriyet Kadını’nın simgesi olmuş, yabancı konuklardan övgü almışlardı. Davetliler mutlu ve neşeliydiler.

Şimdi düşünüyorum.
Geçen 43 yıl neler getirdi?

Yoksa götürdü mü?

Birinci Boğaz Köprüsü açılışı resepsiyonunda 
giydiğim elbisenin çiçeğini bir kutuya koymuştum.
Taşınırken hatıra kıymeti bilen kızım Ayşen de 
saklamış, bugün yerini buldu sanırım.


1 comment:

  1. Sevgili annem,
    Bu güzel yazın bir anda beni o günlere aldı götürdü...
    O gün biz köprüyü yaya olarak geçenlerdendik. Şimdiki Enka binasının bulunduğu yere geldiğimizde her zaman bombeli olarak görmeye alıştığımız köprü dümdüz olmuş ve üzerindeki aydınlatma direkleri büyük bir hızla sağa sola doğru salınıyorlardı.
    O görüntüyü ömrüm boyunca unutmayacağım.
    Unutulmaya yüz tutan anılarımızı paylaşmaya devam et lütfen.
    Büyük bir heyecan ve merakla bekliyoruz...

    ReplyDelete